Bugün uluslararası kamuoyunun yakından takip ettiği nükleer faaliyetleriyle gündemde olan İran, bu alandaki ilk adımını yaklaşık altmış yıl önce attı. 1967 yılında İran’a ilk nükleer reaktör, Amerika Birleşik Devletleri tarafından hibe edildi. O dönem Sovyetler Birliği’ne karşı bölgede bir denge unsuru olarak görülen İran’a, “Barış İçin Atom” programı kapsamında destek verilmişti. Bu kapsamda 5 megawatt gücündeki araştırma reaktörü, Tahran Nükleer Araştırma Merkezi’nde faaliyete geçmişti.

İran’ın nükleer altyapısı, 1957 yılında başlayan ve 1958’de İran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na üye olmasıyla hız kazanan bir süreçle şekillendi. 1960’lı yıllarda kurulan altyapı, yalnızca enerji ya da tıbbi amaçlarla değil, aynı zamanda stratejik denge gözetilerek geliştirilmişti. İran’a ilk nükleer reaktör verilmesindeki amaçlar arasında tıbbi izotop üretimi ve kanser tedavilerinde kullanılacak materyallerin sağlanması da bulunuyordu. Ancak kullanılan maddelerin yüksek oranda zenginleştirilebilmesi, yıllar içinde askeri potansiyele sahip bir nükleer altyapıya kapı araladı.

1970’li yılların ortalarına gelindiğinde, İran nükleer enerji konusunda daha kapsamlı adımlar atmaya başlamıştı. 20 yeni reaktör kurulması hedeflenirken, Fransa ve Almanya gibi ülkelerle de çeşitli iş birlikleri geliştirilmişti. Bu süreç, 1979 yılında yaşanan devrimle yön değiştirdi. Şah rejiminin sona ermesi ve Ayetullah Humeyni’nin iktidara gelmesiyle birlikte, ülkede nükleer faaliyetler dini gerekçelerle askıya alındı. Humeyni, nükleer programı “israf” olarak nitelendirerek çalışmaların durdurulması gerektiğini savundu ve bu yönde bir fetva verdi.

Ancak İran, kısa süre sonra bu alandaki çalışmalarına yeniden başladı. Avrupa ülkeleri çekilse de Rusya, Çin, Kuzey Kore ve Pakistan gibi ülkelerle iş birlikleri kuruldu. Böylece İran, mühendislik altyapısını kaybetmeden nükleer kapasitesini geliştirmeye devam etti. 2000’li yıllara gelindiğinde ise ülke, artık nükleer silah geliştirme yetkinliğine sahip devletler arasında gösterilmeye başlandı.

Bugün gelinen noktada, Fordo gibi stratejik nükleer tesisler uluslararası tartışmaların merkezinde yer alıyor. İran’a ilk nükleer reaktör desteğiyle başlayan bu serüven, yıllar içinde siyasi ve askeri boyutları olan çok yönlü bir mesele haline dönüştü.