Ortadoğu, tarih boyunca sayısız krizin ve çatışmanın merkezi olmuştur. Ancak son dönemde, özellikle İsrail ile İran arasında tırmanan gerilim, bölgeyi ve hatta küresel dengeyi daha önce benzeri görülmemiş bir uçuruma sürüklüyor. "Savaş" kelimesi artık sadece bir ihtimal olmaktan çıkıp, kapımızda bekleyen acı bir gerçeklik haline gelme tehlikesi taşıyor.
İran'ın nükleer programı, bölgesel vekiller aracılığıyla yürüttüğü politikalar ve İsrail'in "varoluşsal tehdit" algısı, uzun süredir kaynayan bir kazanın malzemeleriydi. Geçtiğimiz aylarda yaşanan misilleme saldırıları –ki bunlar arasında İran'ın İsrail'e yönelik doğrudan füze ve insansız hava aracı saldırısı ile İsrail'in İran topraklarına düzenlediği misilleme operasyonları öne çıkıyor– bu kazanın adeta patlamak üzere olduğunun açık sinyallerini verdi. Her iki tarafın da "karşılık vereceğiz" söylemleri, tünelin ucundaki ışığın değil, alevlerin habercisi gibi duruyor.
Peki, böyle bir çatışmanın bölgeye ve özellikle Türkiye'ye yansımaları ne olur? Öncelikle, bu, sadece iki ülkenin değil, tüm Ortadoğu'nun istikrarını temelden sarsacak bir felaket senaryosu olur.
* İnsani Kriz: Milyonlarca insanın yerinden edilmesi, yeni bir göç dalgası ve tarifsiz bir insani dram kaçınılmazdır. Sınırlarımızda halihazırda var olan mülteci sorununa yenileri eklenecek, insani yardım kuruluşları kapasitelerinin ötesinde zorlanacaktır.
* Ekonomik Yıkım: Petrol fiyatları tavan yapacak, ticaret yolları kesintiye uğrayacak, küresel tedarik zincirleri bozulacaktır. Bölgedeki enerji kaynaklarına yönelik olası saldırılar, dünya ekonomisi için yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Türkiye ekonomisi de bu dalgalanmalardan ciddi şekilde etkilenecektir.
* Bölgesel Terörün Yükselişi: Merkezi otoritelerin zayıflaması, radikal grupların ve terör örgütlerinin palazlanması için uygun bir zemin yaratacaktır. Bölgedeki mevcut çatışma alanları daha da karmaşık hale gelecek, yeni ve kontrol edilemez şiddet odakları ortaya çıkabilecektir.
* Türkiye'nin Konumu: Coğrafi olarak bu iki ülkenin komşusu olmak, Türkiye'yi doğrudan risk altında bırakmaktadır. Olaya dahil olmak istemese de, potansiyel füze yörüngeleri, mülteci akını ve bölgesel istikrarsızlık Türkiye'nin kapısını çalacaktır. Ankara'nın diplomatik çabaları ve denge politikası, böylesi bir felaket senaryosunda daha da kritik hale gelecektir.
Diplomasi kapılarının kapanmaması, uluslararası aktörlerin son ana kadar gerilimi düşürme çabalarını sürdürmesi elzemdir. Ancak Ortadoğu'nun acı tarihi, bu tür gerilimlerin ne denli hızlı bir şekilde kontrolden çıkabileceğini defalarca göstermiştir.
Şimdi, bu ateşle oynayan tarafların ve uluslararası toplumun her zamankinden daha sağduyulu ve sorumlu adımlar atması gerekiyor. Aksi takdirde, Ortadoğu'daki yeni bir savaş, sadece bölgeyi değil, tüm dünyayı yakacak bir yangına dönüşebilir. Ve bu yangının faturası, insanlık için tarifsiz olacaktır.